Mescid-i Hadis

(Fatiha ve Bakara)

FATİHA VE BAKARA SURELERİNİN TEFSİRİ İLE İLGİLİ HADİSLER



Abdullah bin Şakîk'den, o da Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'den işiten birisinden:

"Ona bir adam dedi ki: '(el-Mağdûbi aley­hine) gazaba uğrayanlar kimdir?' Hemen yahudileri gösterdi. 'Peki, (ed-Dâllin ) sapıtanlar kimdir?' diye sorunca hemen hıristiyanlan

gösterdi." [Ahmed, daha uzun bir metinle.]



İbn Amr bin el-Âs radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Dünyaya gelen hiçbir çocuk yoktur ki başının ortasında Fatihâtu't-Kitâb (Fatiha;el-Hamd süresin)den beş âyet yazılmış olmasın."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsût'ta, leyyhı bir senedle.|



Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"İsrâiloğullarına 'Haydi kapıdan secde ederek girin ve muradımız (hıtta) günahları­mızın dökülmesidir deyin de sizi bağışlaya­lım, (Bakara, 58) denildi. Onlar (emri) değiş­tirip kapıdan kıçları üstünde sürünerek girdi­ler ve 'kıl içinde bir habbe' dediler."

|Buhârî, Müslim ve Tirmizî]



Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellembuyurdu:)

"İsrailoğullan eğer ufacık bir sığır alsa­lardı o, onların işlediği günah için yeterdi."

(Bezzâr zayıf 'bir senedle.]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Yahudiler:  'Bu dünyanın ömrü yedibin senedir. Biz her bin sene için sadece bir gün azaba uğratılırız. Bu da toplam yedi gün ya­par. 'derlerdi" Bunun üzerine Allah şu âyeti in­zal buyurdu: "Dediler ki: Bize ateş ancak sa­yılı günlerde dokunur." (Bakara, 80) [Taberânî, Mu'cemu'I-Kebîr'âe.]



Âmir bin Rabîa radiyallahu anh'dan: "Biz bir seferde karanlık bir gecede Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bera­berdik.

Kıblenin nerede olduğunu bilmiyorduk, içimizden herkes kendi tahminine göre namaz kıldı. Sabah olunca bunu Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e anlattık. Hemen: 'Han­gi tarafa yönelirseniz, Allah'ın vechi (zatı) oradadır' mealindeki âyet (Bakara, 115) nazil

oldu." [Tirmizî]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Rabbim! Bu, beldeyi güvenli kıl, ehlini çeşitli meyvelerle rızıklandır (bilhassa onlar­dan Allah'a ve âhiret gününe inananları)" (Bakara, 126) (diyerek dua eden) İbrahim Aleyhisselam, insanlardan uzaklaşarak tek başına (Mekkeyi) kendine yurt edindi. Fakat Allah "(Ve men kefere ) Küfredenleri de" âyetini indirdi ve: "Müminleri nzıklandırdığım gibi onları da rızıklandırırım" buyurdu.

"Onları azıcık faydalandırırım, sonra ateş azabına girmeye mecbur ederim" dedi. On­dan sonra İbn Abbâs şu âyeti okudu: "Dünya­yı isteyenlere de, âhireti İsteyenlere de, hepsi­ne Rabbinin ihsanından ayırdetmeksizin veri­riz." (İsrâ20) [Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de]



el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye ilk geldiğinde (Ensâr'dan olan) de­delerinin yahut Ensâr'dan dayılarının evlerin­de konakladı. Onaltı ya da onyedi ay boyunca Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldı. Fakat kıblesinin Beyt-i Şerife (Kâ'be'ye) doğru ol­masını arzu ediyordu. Beyt-i Şerife doğru kıl­dığı ilk namaz ikindi namazı olmuştur. Onunla birtakım insanlar da bu namazı kıldılar, sonra onlardan biri çıkıp (başka bir) mescide gitti. Mesciddekileri namazda rükû halindeyken gördü ve şöyle seslendi: 'Allah'a şehadet ede­rim ki ben (biraz önce), Allah Resulü ile birlik­te Kâ'be'ye doğru namaz kıldım.' (Bunun üzerine namazdakiler) hemen selâm vermeden ol­dukları yerde Kâ'be'ye doğru döndüler.

Müslümanların Beytül-Makdis'e doğru namaz kılmaları, yahudilerin hoşuna gidiyor­du, Kâ'be'ye doğru namaz kılmaya başlayın­ca, bunu kınamaya kalkıştılar."

Diğer rivayet:

"Kâ'be kıble olmadan önce, birtakım in­sanlar öldüler ya da öldürüldüler. Onlar (yani daha Önce Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılmış olanlar) hakkında ne diyeceğimizi bi­lemedik. Bunun üzerine: 'Allah sizin imanını­zı asla zayi edecek değildir' mealindeki âyet (Bakara, 143) nazil oldu."

Diğer rivayet:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken Kâ'be'ye doğru yönelmeyi arzulardı. Bu sebeple Allah: '('Habibim) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte oldu­ğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyo­ruz' (Bakara, 144) mealindeki âyeti indirdi. Ondan sonra Kâ'be'ye doğru yöneldi. Bunun üzerine 'Birtakım beyinsizler (yani yahudiler) söyle dediler: 'Onları, üzerlerinde bulunduk­ları kıbleden ne çevirdi?'De ki: Doğu da, ba­tı da Allah'ındır; dilediğini dosdoğru yola hi­dayet eder'." (Bakara, 142)

[Buhârî, Müslim, Tirmizî ve benzerini Nesâî.]

Müslim ve Ebû Dâvud benzerini Enes'ten rivayet etmişlerdir:

"Onda şöyle geçmektedir: Onlar Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılarken henüz, rükû-daydılar. Benû Seleme'den bir adam yanlarına uğradı ve şöyle seslendi: 'Dikkat edin, artık kıble Kâ'be'ye doğru çevrilmiştir!' —Bunu iki kere söyledi—. Cemaat hemen rükûdayken Kâ'be'ye doğru döndüler."



Ebû Saîd radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem

buyurdu:)

"(Kıyamet günü) Nuh (Aleyhisselâm) ümme­ti ile beraber gelecek ve Allah ona: 'Tebliğ ettin mi?' diye soracak. O da: 'Evet, Rabbim!' diyecek.

Hemen ümmetine: 'O size tebliğ etti mi?' diye soracak. Onlar: 'Hayır, bize herhangi bir peygamber gelmedi' diyecekler. Bu defa Al­lah, Nuh'a soracak:

'Tebliğ ettiğine dair sana şehadet edecek kimdir?'

'Muhammed ve ümmeti' diyecek. Hakika­ten de onun tebliğ ettiğine dair bizler tanıklık yapacağız. 'İnsanlara şahit olasınız diye biz sizi böylece vasat bir ümmet kıldık' mealinde­ki âyet (Bakara, 143) bunu ifade etmektedir."

[Tirmizî ve aynı lafızla Buhârî.]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "O, Cenâb-ı Hakk'ın: 'Onlar ki başlarına bir bela geldiği zaman..." mealindeki (Baka­ra, 156) kavlini şöyle yorumladı: Allah şunu bildirmiştir; Müslümanin başına bir belâ gelip de Allah'ın emrine teslim olup: 'Biz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na dönücüleriz' dediği za­man ona şu üç haslet yazılır: Allah'tan salât, rahmet ve hidayet yolunun gerçekleşmesi. Ni­tekim Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: 'Kim musibet anında "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn" derse, Al­lah onun bu musibetini telafi edip onun sonu­nu İyi kılar.' [Taberânî, Mu' cemu'l-Kebîr'de]



Urve radiyallahu anh'dan: "Âişe'ye sordum ve dedim ki: 'Allah: 'Sa­fa ile Merve Allah'ın şeâir(alâmetler)indendir. Kim Bey t'i hac veya umre yaparsa, o iki­sini tavaf etmesinde hiç bir sakınca yoktur.' (Bakara, 158) buyurdu. Vallahi öyleyse Safa ile Merve'yi tavaf etmeyenin herhangi bir gü­nahı yoktur, ben bunu böyle anlıyorum ve böyle yorumluyorum; acaba siz ne dersiniz?'

Âişe cevap verdi: 'Ey kız kardeşimin oğ­lu! Ne kötü söyledin! Eğer bu, senin yorumla­dığın gibi olsaydı 'Onları tavaf etmeyene her­hangi bir günah, terettüp etmez' şeklinde ol­malıydı. Halbuki bu âyet Ensâr hakkında in­miştir. Çünkü onlar müslüman olmadan önce, cahiliyette Müşellel mevkiindeki azgın Menât'a tapıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Bu niyetle ihram giyenler Safa ile Merve'yi tavaf etmekte sakınca görürlerdi. Müslüman olunca bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e sordular. Dediler ki: 'Ey Allah'ın Resulü, biz­ler Safa ile Merve arasını tavaf etmeyi mah­zurlu görüyoruz.' Bunun üzerine Allah: 'Safa ile Merve, Allah'ın şeârindendir...'âyetini (Bakara, 158) indirdi.'

(Âişe) dedi ki: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bu ikisini tavaf etmeyi sün­net kılmıştır."

Zührî der ki: "Ebû Bekr bin Abdurrahman'a bu hadisi bildirdim; şöyle dedi: Bunu ilk defa duyuyorum. İlim ehlinden bir çok şeyler duymuştum; fakat Aişe'nin anlattıkla­rını ilk kez duyuyorum ki ona göre Menât için ihrama girenler, Safa ile Merve'yi tavaf et­mekten sakınirlarmış. Allah, Beyt'in tavafını zikredip de Safa ile Merve arasındaki tavafı zikretmeyince, dediler ki: 'Ey Allah'ın Resûlü! Biz Safa ile Merve'yi tavaf ederdik. Hal­buki Allah Beyt'in tavaf edilmesini zikretti, Safâ'yı zikretmedi. O ikisini tavaf etmemizde bir sakınca var mıdır?' Bunun üzerine Allah: 'Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir' me­alindeki âyeti indirdi."

Ebû Bekr devamla der ki: "Bu âyete kulak ver! Bu âyet, cahiliyet devrinde Safa ile Mer­ve'yi tavaf etmekten çekinenlerle, tavaf et­mekten çekinmeyenler hakkında nazil olmuştur. Allah Beyt-i şerifi tavaf etmeyi emredip de Safa ile Merve'den bahsetmediği için, müslüman olduktan sonra da bunları tavaf et­mekten çekindiler ve sakınca gördüler. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve tavaf edilme­lerinde herhangi bir sakıncanın bulunmadığı­nı beyan etmiştir."

Diğer rivayet:

"Ensâr ve Gassân, müslüman olmadan ön­ce, Menât için telbiyede bulunurlardı ve Safa ile Merve'yi tavaf etmekten kaçınırlardı. Safa ile Merve'yi tavaf etmekten çekinmek ve Me­nât için ihrama girmek onlarda atalardan kalan bir gelenek idi. Bu hususu (müslüman oldukla­rında) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e sordular Bunun üzerine Allah: 'Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir'meâlindeki âyeti (Ba­kara, 158) inzal buyurdu." [Altı hadis imamı.]

Derim ki: "Safa ile Merve'yi tavaf etme­mekte üzerimize bir sakınca var mıdır?" iba­resi sadece Buhârî'ye aittir. Ancak (Buhâ-

rî'nin) Yûnînî ve diğer nüshalarında mânânın da gerektirdiği gibi "Safa ile Merve'yi tavaf etmemizde bir sakınca var mıdır?" şeklinde "lâm" mevcut değildir.

Allah en doğrusunu bilendir.



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan, de­di ki:

"İsrâiloğullannda diyet yok, kısas vardı. Allah Teâlâ, Muhammed ümmetine ise şöyle buyurdu: 'Öldürülenler hakkında size kısas farz kılınmıştır (Hür olan hür ile, köle köle ile, kadın kadınla kısas edilir. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse, kendisine örfe uymak ve affedene) güzellikle (diyet) ödemek gerekir'(Bakara, 178) Buradaki af, taammü­den öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesi demektir. Örfe uymak ve affedene gü­zellikle ödemeye gelince, (mağdur tarafın) uy­gun miktarda diyet istemesi, öbürünün de bu­nu güzellikle ödemesidir. (Âyetin devamında yer alan) 'Bu, Rabbinizden size bir hafifletme ve rahmettir'ibaresi de, sizden Öncekilere (sa­dece kısas) farz kılınanlarda olmayan bir ha­fifletme demektir. (Yine âyetin devamında yer alan) 'Bundan sonra aşırıya kaçana acıklı bir azap vardır' ibaresinden diyet almayı kabul et­mesine rağmen (kan davası güderek) katili öl­düren kimse kastedilmiştir. " [Buhâri ve Nesâi]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü do­yuracak kadar fidye verirler" âyeti (Bakara, 184) neshedilmemiştir. Bundan oruç tutmaya güçleri yetmeyen yaşlı erkekle yaşlı kadın kast edilmiştir ki bunlar, her gün için bir yok­sul doyumu fidye verirler.

Diğer rivayet:

"Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü do­yuracak kadar fidye verir" âyetine göre dile­yen kişi, bir yoksulun doyabileceği kadar fid­ye verir ve orucu böylelikle tamamlanmış olur. Ondan sonra Allah buyurdu ki: "Kim (gerekli miktardan) daha fazla fidye verirse bu, onun için daha hayırlıdır. Ancak oruç tut­manız sizin için daha hayırlıdır." Sonra söyle buyurdu: "İçinizden her kim (Ramazan) ayına ulaşırsa o ayın orucunu tutsun. Kim hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısın­ca diğer günlerde oruç tutsun." (Bakara 185)

[Buhârî, Ebû Dâvud ve Nesâî]



Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"Oruca dayanamayanlar bir düşkünü do­yuracak kadar fidye verir" âyeti nazil olunca, orucu bozup yerine fidye vermek isteyenler oldu. Bunun üzerine: "İçinizden kim Ramazan ayında bulunursa orucunu tutsun" mealindeki

âyet nazil oldu. (Mâlik hariç, Altı hadis imarnı.]



en-Nu'mân bin Beşîr radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Dua ibadetin ta kendisidir."

Sonra: "Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim, bana ibadet etmeyi kendilerine yedi­remeyenler, ilerde cehenneme alçaltılmış ola­rak girecektir" mealindeki âyeti (Mü'min, 69) okudu.

Ashabı: 'Rabbimiz yakınmıdır' ki ona giz­lice yalvarahm? 'Uzak mıdır' ki ona yüksek sesle dua edelim? diye sordu" Bunun üzerine:

"Kullarım sana beni sorarlarsa (de ki:) Ben çok yakınım; bana dua ettiğinde dua ede­nin duasını kabul ederim" mealindeki âyeti (Bakara, 186) nazil oldu. [Rezîn.]

[Tİrmizî ve Ebû Dâvud da bir kısmını rivayet ettiler.]




İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Ey iman edenler sizden öncekilere, oruç

farz kılındığı gibi sizlere de farz kılındı." (Ba­kara, 183) (Bu âyetin tefsirinde İbn Abbâs) dedi ki:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında insanlar, yatsıyı kıldıktan sonra kendilerine, yemek içmek ve cinsî münasebet­te bulunmayı sayarak gelecek günün akşamı­na kadar oruç tutarlardı. Ancak bir adam buna uymayıp kadını ile cima etti. Yatsı namazı geçmişti, orucunu bozmadı. Bu nedenle Allah, geride kalanlar için ruhsat ve kolaylık olsun için, şu âyeti inzal buyurdu: 'Allah, nefsinize

güvenemiyeceğinizi biliyordu.'(Bakara, 187) Böylelikle Allah, imsağa kadar kadınlarından faydalanabileceklerini âyetin devamında açık­lamış ve müslümanlara bir ruhsat ve kolaylık ihsan etmiştir." [Ebû Dâvud]



el-Berâ radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından bir adam akşam olup iftar zamanı geldiğinde şayet iftar etmeden uyuya kalırsa, ne o gece, ne de ertesi gün akşama kadar ye­mek yemeden oruç tutardı.

Ensardan Kays bin Sırma oruçlu idi. İftar zamanı gelince, hanımına gelip: 'Yanında ye­mek var mıdır?' diye sordu. 'Hayır, lâkin gi­der sana bir şeyler bulur gelirim" dedi. Adam gündüz çalıştığı için çok yorgundu, uzandı ve uyuyakaldi. Kadın gelince onu uykuda buldu: 'Eyvah uyuyakalmış' dedi. Ertesi gün öğleye kadar bir şey yemediği için bayıldı.

Bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattılar. Bunun üzerine 'Oruç tuttuğu-

nuz günlerin gecesi sizin için kadınlarınızla cima etmeniz helâl kılınmıştır'(Bakara, 187) mealindeki âyet nazil oldu. Müslümanlar bu­na çok sevindiler. Peşinden: 'Beyaz iplik, si­yah iplikten sizce ayırdedilinceye dek yiyin, için!'mealindeki âyet (Bakara 187) nazil ol­du." Henüz "tan yerinde" ibaresi nazil olma­mıştı. [Buhârî ve sünen ashabı.]



Sehl bin Sa'd radiyallahu anh'dan
: "Beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırdedi­linceye kadar yiyin, için" mealindeki âyet (Bakara 187) nazil oldu. Henüz "tan yerinde" ibaresi nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar, âyetin nazmındaki "(Hatta yetebeyyene lekû-mü'l-haytu'l-ebyadi min'el-hayti'l-esved ) Beyaz iplik, siyah iplikten ayırdedilinceye ka­dar" kavl-i celîlini yanlış anlayarak ayakları­na beyaz iplikle siyah iplik bağlarlardı. Sonra beyaz ipliği siyah iplikten ayirdedinceye dek yerler, içerlerdi. Bunun üzerine Allah: "Tan yerinde" kısmını inzal buyurdu da, bundan

gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığı ol­duğunu anladılar. [Buhârî ve Müslim]



Adiyy bin Hatim radiyallahu anh'­dan:

"Beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye dek" mealindeki âyet nazil olduğu zaman, be­yaz iplikle siyah ipliği tutup yastığımın altına koydum. Gece onlara bakıp anlamak istedim, fakat bir türlü seçip anlayamadım. Sabah olun­ca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e vardım ve durumu anlattım. Şöyle buyurdu:

"Bundan (iplikten) murat gecenin karan­lığı ile gündüzün aydınlığıdır."

Diğer rivayet:

Allah'ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, ona takılarak: "Beyaz İplikle, siyah iplik senin yastığının altında iseler, yastığın olduk­ça geniş olmalı."

Diğer rivayet: Dedim ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Beyaz iplikle siyah iplik nedir? Onlar hakikaten iki iplik midir?" Şöyle buyurdu: "Eğer iki ipliğe baktıysan, hakikaten sen bunu anlayamayacak kadar (anlayışı az) birisin."

[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]



el-Berâ radiyallahu anh'dan:

"Bu âyet bizim hakkımızda nazil olmuştur. Şöyleki insanlar hacdan döndüklerinde evleri­ne kapılarından girmezlerdi. Bir adam geldi; normal olarak evinin kapısından içeriye girdi. Onu bu yüzden ayıpladılar. Bunun üzerine:

'Evlere arka taraflarından girmeniz iyilik değil; iyiliğe gerçekten eren kişi Allah'a âsi gelmekten korunan kişidir. Artık evlere kapıla­rından girin!' âyeti (Bakara 189) nazil oldu."

(Buhârî ile Müslim.)



Huzeyfe radiyallahu anh'dan: "Dedi ki: 'Allah yolunda mallarınızı har­cayın (infak edin), ellerinizle kendinizi tehli­keye atmayınız!' mealindeki âyet (Bakara, 195) infak etmek (Allah yolunda mal harca­mak) hakkında nazil olmuştur." [Buhârî]

[Taberânî,   Mu' cemu' l-Kebîr'inde] Nu'mân bin Beşîr radİyallahu anh'dan:

"Kişi günah işlerdi ve: 'Artık ben asla ba­ğışlanmam' derdi. Bunun üzerine Allah '(Kendinizi) ellerinizle tehlikeye atmayın, ih­san edin! Allah ihsan edenleri sever' mealin­deki âyeti (Bakara, 195) inzal buyurdu."



Eşlem bin İmrân'dan: "Abdurrahman bin Hâlid bin el-Velîd'in

kumandası altında İstanbul şehrini fethetmek için yola çıktık, nihayet oraya vardık. Bizans­lılar, şehrin duvarını arkalarına almışlardı. (İçimizden) bir adam tek başına düşmana hamle yapınca insanlar: 'Yavaş ol, yavaş ol! Lâ ilahe İllallah! Adam kendisini tehlikeye atıyor' dediler. Bunun üzerine Ebû Eyyûb müdahale edip şöyle dedi: 'Bu âyet, biz Ensâr topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allah, Peygamber'ine yardım edip İslâm'ı galip kı­lınca, dedik ki: 'Artık işlerimizin başında du­rup, yoluna koyarız.'

Bunun üzerine Allah: 'Ve Allah yolunda infak edin! (Kendinizi) ellerinizle tehlikeye atmayın!' mealindeki âyeti inzal buyurdu.

'Ellerle tehlikeye atmak' demek, cihadı bırakıp sadece işlerimizi yoluna koymak de­mektir. Onun için Ebû Eyyûb, Allah yolunda devamlı savaştı ve nihayet İstanbul şehrinde şehit düşüp orada defnedildi."

[Tirmİzî ve aynı lafızla Ebû Dâvud.}



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Cahiliyet devrinde, Ukâz, Mecenne ve

Zû'-Mecâz birer çarşı idiler. İslâm gelince, insanlar hac mevsiminde oralarda ticaret yap­mayı günah saydılar. Bunun üzerine: '(Hac mevsiminde) Rabbinizin fazlını talep etmeniz­de sizin üzerinize hiçbir sakınca yoktur' me­alindeki âyet (Bakara, 198) nazil oldu. İbn Abbâs âyeti bu şekilde okudu."



îbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Yemenliler (fazla) azık almadan hacca

gelirler ve 'Biz mütevekkil kimseleriz' derler­di. Mekke'ye geldiklerinde ise insanlardan di­lenirlerdi. Bunun üzerine Allah:

'Azıklanın; ancak biliniz ki, azıkların en iyisi takvadır' mealindeki âyeti (Bakara, 197) inzal buyurdu."




Ebû Ümâme et-Teymî radiyallahu anh'dan:

'Ben hac sırasında ücret karşılığı çalışan bir adamdım. İnsanlar: 'Senin haccın sayıl­maz' diyorlardı.

İbn Ömer'e rastladım ve dedim ki: 'Ey Ebû Abdurrahman! Ben hacc şuasında ücret­le hizmet veriyorum. İnsanlar benim haccımin sayılmadığını söylüyorlar.'

Şöyle dedi: 'Sen İhrama bürünüp telbiye getirmiyormusun? Beyt-i Şerifi tavaf etmi­yor musun? Arafat'tan inip Mİna'da (Şeytan) taşlamıyor musun?'

'Evet bunlann hepsini yapıyorum.'

'Şu halde senin haccın makbuldür. Nite­kim bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip senin bana sorduğun sorunun aynısını o'na sordu; ancak Resûlullah cevap vermedi, sükût etti. Nihayet şu âyet nazil oldu;

'(Hac mevsiminde ticaret yapmak suretiy­le) Rabbinizin fazlından istemenizde üzerinize herhangi bir günah yoktur.' (Bakara, 198)

Bunun üzerine o adamı çağırttı ve ona bunu (âyeti) okudu. Ve 'Senin haccın makbuldür' buyurdu. " [Ebû Dâvud]



İbnı Abbâs radiyallahu anh'dan
: "İnsanlar tek ümmet idi"  (Bakara 213

âyetinin tefsiri hususunda) şöyle dedi. "İnsan­ların tümü İslâm üzereydiler."

el-Kelbî ise dedi ki: "Küfür üzere idiler, manasındadır."

[Ebû Ya'lâ ve Taberânî, Mit'cemıı'I-Kebîr'de]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan
: "Ancak en güzel şeklin dışında, yetimin malına yaklaşmayın" âyetiyle, "Haksız yere yetimlerin mallarını yiyenler sadece karınla­rına ateş doldurmuş olurlar" mealindeki âyet (Nisa, 10) nazil olunca, yanında yetimi olan­lar gidip, yetimlerin yemeğini kendi yemekle­rinden, suyunu kendi sularından ayırdılar. Ye­timin yiyecek ve içeceğinden bir şey artarsa onu onun için sakladılar. Yetim onu ya yerdi ya da yemezdi de bozulurdu. Tabii bu hare­ketleri onlara zor gelmeye başladı. Bu duru­mu gidip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattılar. Bunun üzerine: "Sana yetim­ler hakkında soruyorlar. De ki: Onları ıslah etmek daha iyidir. Onları aralarınıza karıştı­rırsanız (zaten) kardeşlerinizdir" mealindeki âyet (Bakara, 220) nazil oldu. Ondan sonra yetimlerin yemeklerini yemeklerine, sularını sularına karıştırdılar; beraber yediler, beraber İçtiler. [Ebû Dâvud ve Nesil]



İbn Ömer radiyallahu anh'dan:

"O halde tarlanıza nasıl isterseniz öyle gelin." (Bakara, 223) (Yani meşru yoldan ol­mak kaydıyla) kişi hanımı ile arka taraftan da cinsî ilişkide bulunabilir. [Buhârî]

el-Humeydî dübür ile fercin kastedildiğini söylemiştir.



Rezîn'in rivayetinde:

İbn Ömer der ki: "Yandan olsun, önden ya da arkadan olsun kişi, hanımı ile (ancak) fercinden temas edebilir. Yeter ki (sadece) meş­ru olan fercinden cinsî ilişkide bulunsun."

Taberânî, Mu'cemu'I-Evsaf'ta leyyin bir senedle yine İbn Ömer'den:

Dedi ki: "Arkadan yanaşıp (fercinden) te­mas etme ruhsatı bu âyetle verilmiştir."

Leyyin bir senedle onun (M. el-Ev-sat'ta) diğer rivayeti:

İbn Ömer dedi ki:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında bir adam karısına arka taraftan yanaşıp fercinden cinsî münasebette bulundu. Herkes onu ayıplayınca;

'Kadınlarınız sizin tarlamıdır...' mealin­deki âyet nazil oldu."

Câbir radiyallahu anh'dan: "Yahudiler derlerdi: 'Kadına arka tarafın­dan yanaşanın çocuğu şaşı doğar." Bunun üzerine "Kadınlarınız sizin tarlalarmızdır" mealindeki âyet nazil oldu.

[Buhârî, Müslim. Ebû Dâvud ve Tirmizî]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Hz. Ömer, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip dedi ki: 'Ey Allah'ın Resu­lü! Ben helak oldum.'

'Seni helak eden nedir?'

'Bu gece bineğimi ters çevirdim (yani ar­ka tarafından yaklaştım).'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona bir cevap vermedi. Bunun üzerine Allah ona: 'Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Onlara na­sıl isterseniz öyle geliniz' mealindeki âyeti vahyetti." Yani "ister ön taraftan, ister arka ta­raftan yanaş; yeter ki dübür(arka taraf) ve hayizdan ka­çın!" demektir. [Tirmizî]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "İbn Ömer (Allah onu affetsin), şöyle

bir yanılgıya düşmüştü. Ensâr'ın şu topluluğu daha Önce putperest idi. Orada Ehl-i kitabdan yahudiler İle beraber idiler. İlimde onları ken­dilerinden üstün görürler, birçok davranışla­rında Yahudilere uyarlardı. Yahudilerin âdet­lerinden birisi de kadınlarına tek yönden (ön­den) yaklaşmaktı. Bunun kadınlar için daha uygun olduğuna inanırlardı.

Ensâr topluluğu da bu âdeti Yahudilerden almışlardı.

Kureyş topluluğu ise, kadınlarını acayip bir şekilde soyarlardı. Kâh sırtüstü yatırırlar­dı, kâh yüzü koyun, kâh yana yatırırlardı.

Muhacirler Medine'ye geldiklerinde, er­keklerinden biri Ensâr'dan bir kadınla evlendi. Kendi âdetlerinde olduğu gibi hanımı ile tema­sa kalkışınca kadın razı olmadı ve dedi ki: 'Bi­ze tek yönden yanaşılırdı. Sen de tek yönden yani önden yanaş, aksi halde benden uzaklaş!' Böylece aralan açıldı. Nihayet Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca Allah ona şunu inzal buyurdu: 'Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır, nasıl isterseniz öyle yaklaşı­nız.' Yani fercinden olmak kaydı şartı ile ön ve arka taraftan, sırtüstü yatırarak onlarla cinsî ilişkide bulunabilirsiniz." [Ebû Dâvud]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Kocalarından boşananlar kendi kendile­rine üç kur' (aybaşı iddeti) beklerler" âyetini (Bakara 228) şöyle yorumladı: Kişi karısını

boşadığında, onu tekrar almak hakkı vardı, is­terse üç kere boşasin. Bu âyet geldi ve ona bir sınır getirdi, böylece bu âdet neshedildi. Allah şöyle buyurdu: "(Meşru) talak iki keredir." (Bakara, 299) [Nesâî ve aynı lafızla Ebu Davud.]



Ma'kil bin Yesâr radiyallahu anh'dan: "Bir kız kardeşim vardı, herkes onunla ev­lenmek istiyordu, fakat ben razı olmuyordum. Nihayet amcamın oğlu gelip benden isteyince verip onunla evlendirdim. Onunla epey yaşa­dıktan sonra (amcamın oğlu) onu ric'î talakla boşadı. Sonra iddeti bitinceye kadar onu terk etti. Sonra tekrar onu benden isteyince, başka­ları da gelip benden onu istediler. Bunun üze­rine ben ona dedim ki:

Zamanında onu benden birçok kimseler istedi de vermedim. Sen istedin seni onlara tercih edip verdim. Sonra onu talâk-ı ric'î ile boşadın. Pişman olup geri almadin, iddeti bi­tinceye kadar onu terk ettin. Nihayet onu ben­den tekrar istedin, başkaları da benden onu istediler. Vallahi ben onu sana asla vermem. Bunun üzerine benim hakkımda: 'Kadınları boşadığınız zaman, iddetleri bitince, tekrar kocalarıyla evlenmelerine mani olmayın!' mealindeki âyet (Bakara, 232) nazil oldu.

Ondan sonra yeminime keffâret verdim ve onu onunla evlendirdim."

[Timizî, Ebû Dâvud ve aynı lafızla Buhârî.]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "O, Cenâb-ı Hakk:   "(Vefat iddetini bekleyen) Kadınları istemekte kendilerine teklifte bulunduğunuz...' ayeti (Bakara, 235) hususunda dedi ki: 'Bu, kişinin, kadına senin­le evlenmek istiyorum, yahut kadına ihtiya­cım var; ya da keşke salih bir kadınım olsa!' gibi sözler söylemesidir." [Buhârî]



Ali radiyallahu anh'dan
:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Ahzâb günü (Hendek savaşında) şöyle dedi: 'Güneş batıncaya kadar bizi (ikindi) orta namazından menettikleri için Allah, onların ka­birlerini ve evlerini ateşle doldursun!'

Diğer rivayet:

"Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular."

Diğer rivayet:

"Sonra (kılamadığı) o namazı akşamla yatsı arasında kıldı."

[Mâlik hariç, altı hadis imamı.]



İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Müşrikler, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in güneş kızarıncaya yada sararıncaya dek, ikindi namazım kılmasına engel ol­dular. Bunun üzerine o, şöyle dedi: 'Bizi orta namazı olan ikindi namazından menettiler. Allah da onların karınlarını ve kabirlerini ateşle doldursun. —Ya da şöyle dedi—Allah onların içlerini ve kabirlerini ateşle doldur­sun.' [Müslim]



Âişe'nin azatlısı Ebû Yûnus'dan: Âişe bana kendisine bir mushaf yazmamı

emretti ve dedi ki: "Namazlara ve özellikle orta namazına devam edin" âyetine geldiğin­de bana haber ver!"

Oraya gelince kendisine bildirdim ve o âyeti bana şöyle yazdırdı: "Namazlara ve özellikle orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için huşu ve taat ile (na­maza) durun!" (Bakara 238)

Devamla Âİşe: "Bunu Allah Resulü sallal­lahu aleyhi ve sellem'den duydum."

[Buhârî hariç, altı hadis imamı]



Amr bin Râfi'den:

O, Hafsa'ya mushaf yazıyordu. Hafsa ona şöyle dedi:

"Hâfızû ale's-salavâti ve's-salati'l-vusta (Namazlara ve özellikle orta namazına devam edin!)" âyetine varınca bana bildir! Bu ayete gelince ona bildirdim. "Şöyle yaz!" de­di: "Ve's-sâlâti' l-vustâ ve salâtil-asri ve kûmu lillahi kânitîn (Orta namazına ve ikindi na­mazına devam edin ve Allah'a huşu ve taat ile (namaza) durun." [Mâlik]



el-Berâ' radiyallahu anh'dan: "Hâfizû    ala 's-salavât    ve-salâti' l-asr (Namazlara ve özellikle ikindi namazına de­vam edin)" âyeti nazil oldu. Biz onu epey za­man okuduk. Sonra Allah onu nesh edip şunu inzal etti: "Hâfizû ala's-salavât ve's-salâti'-vustâ (Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin!)"

Bir adam dedi ki: "Öyleyse orta namazı, ikindi namazıdır."

el-Berâ şöyle dedi: "O âyetin nasıl indiği­ni ve Allah'ın onu nasıl neshettiğini sana bil­dirdim. Allah en iyi bilendir." [Müslim]



Mâlik'den, dedi ki:

"Bana ulaştığına göre Ali ile İbn Abbâs, Salâlu'I-vustâ'nm (yani orta namazın) sabah namazı olduğunu söylemişlerdir.

Ayrıca Tirmizî, bunu İbn Abbâs ve İbn Ömer'den muallak olarak rivayet etti.



Zeyd bin Sâbit radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, öğle namazını zevalden sonra sıcağın en şid­detli anında kıldırdı. Ashabına bundan daha meşakkatli namaz kıldırmamıştır. Bunun üze­rine: 'Namazlara devam edin ve orta namaza da devam edin!' mealindeki âyet nazil oldu. "(Zeyd): 'Ondan önce iki namaz (yatsı ve sa­bah), ondan sonra da iki namaz (ikindi ve ak­şam) vardır.' dedi" [Ebû Dâvud]

Mâlik, bunu Zeyd'den, Tirmizî ise hem ondan, hem de Aişe'den muallak olarak riva­yet ettiler.



İbnü'z-Zübeyr radiyallahu anh'dan: Hz. Osman'a dedim ki: "İçinizde Ölüpde dul eşler bırakan kimselere gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla ka­dar bıraktıkları mirastan faydalanmaları hu­susunda vasiyet etsinler" âyetini (Bakara, 240) diğer bir âyet neshetti, sen onu (hâlâ) neden yazıyorsun?" Şu cevabı verdi: "Onu yerinde bırakıyoruz. Yerinden hiçbir şeyi oy­natmayız." [Buhâri]



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan
:

"Dinde zorlama yoktur" âyeti (Bakara, 256) Ensâr hakkında nazil oldu. (İslâm'dan önce Medine'de) Kadının çocuğu yaşamayıp ölürdü de: "Şayet çocuğum olursa ben onu yahudi olarak yetiştireceğim" diye adakta bu­lunurdu. (Yahudi) Nadîroğulları (Medi­ne'den) sürülünce, içlerinde yahudileştirilmiş pek çok Ensâr çocuğu vardı.

Ancak Ensâr: 'Biz çocuklarımızı onlara bırakmayız' dediler. Bunun üzerine Allah: "Dinde zorlama yoktur, doğru yol eğri yoldan ayırdedilmiştir artık" âyetini inzal buyurdu.

[Ebû Dâvud]



Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan
: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:).

"Şüphe etmekte biz ibrahim'den daha hak sahibiyiz, hani o, şöyle demişti: 'Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!' Al­lah ona: 'inanmıyor musun?' dedi. O da: 'Evet; lâkin kalbimin mutmain olması için göster!' dedi. Allah Hz. Lut'u da esirgesin! Aslında o, pek sağlam bir kaleye sığınmıştı.Eğer ben Hz. Yusuf'un kaldığı süre kadar hapiste uzun kalsaydım, (zindandan çıkarma teklifinde bulunan) davet edicinin davetine mutlaka icabet ederdim."

[Buhârî, Müslim ve benzerini Tirmizî.]



Ubeyd bin Umeyr radiyallahu anh'dan: Hz. Ömer bir gün sahabeye: '"Sizden her­hangi biriniz hurmalardan ve üzümlerden bir bahçesi olsun istemez mi?' mealindeki âyetin (Bakara, 266) hangi hususta indiği görüşündesiniz?" diye sordu.

"Allah en iyi bilendir" dediler. Buna kızdı ve şöyle dedi:

"Biliyoruz ya da bilmiyoruz" deyin. Bunun üzerine İbn Abbâs dedi ki: "Ey mü'minlerin emîri! İçimde bu hususta bir düşünce vardır."

"Ey kardeşimin oğlu! Söyle, kendini kü­çük görme!"

"Bu âyetle bir amel için örnek getirilmiştir."

"Hangi amel?"

"Allah'ın taatiyle amel etmekte olan bir zengine Allah bir şeytan gönderir de, bu defa masiyet (günah) işler ve böylece yaptığı ameller boşa gider." [Buhari]



el-Berâ radiyallahu anh'dan
: "Severek alamayacağınız derecede kötü ve değersiz şeyleri vererek sakın hayır yapmağa kalkışmayın" mealindeki âyet (Bakara, 267) biz Ensâr topluluğu hakkında nâzil oldu. Şöyle ki bizler hurma yetiştiren kimselerdik. Kişi hurmasından çokluk veya azlık nisbetinde geti­rirdi. Kimisi de bir veya iki hurma salkımı ge­tirip mescide asardı. Suffe ehlinin yiyecek ye­mekleri yoktu. Bunlardan ihtiyacı olan biri çı­kıp geldiğinde sopa ile o salkıma vurur hurma­nın yaşından, kurusundan düşürür ve yerdi. Hayrı düşünmeyenlerden birtakım kimseler ise içinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu ve bazıları kırık olan adi salkımları getirip asarlar­dı. Bunun üzerine Allah: "Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve size topraktan çıkardığı­mız mahsulün en temizinden infak ediniz, malın kötüsünü seçip vermeyiniz, oysa siz onu (alıcı durumda olsanız) ancak göz yumarak alırsı­nız." (Bakara, 267) âyetini inzal buyurdu. Al­lah'ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden birine, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, verildiği taktirde onu ancak gö­zünü yumarak ya da utanarak alır." el-Berâ de­di ki: "Bundan sonra her birimiz, yanında bulu­nanın en iyisinden getirir olduk." [Timıizî]



İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan
: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ademoğluna şeytanın bir dokunuşu var­dır. Meleğin de bir dokunuşu vardır. Şeytanın dokunması, ona şerri işletmek ve hakkı (gerçeği) yalanlatmaktır.

Meleğin dokunması ise; ona hayrı vâdetmek, hakkı tasdik ettirmektir. Her kim bunu vicdanında bulursa Allah'tan olduğunu bilsin ve Allah'a hamdetsin. Ötekine duçar olan da şeytan'dan Allah'a sığınsın." Ondan sonra şu âyeti okudu:

"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size kö­tülüğü emreder." (Bakara, 268)

|Tirmizî|



İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Mallarını gece gündüz; gizli ve açık infak edenler" âyeti (Bakara, 274) Ali hakkında nazil olmuştur. Onun dört dirhemi vardı; biri­ni gece, birini gündüz, birini gizli ve birini de aleni olarak infak etti.

(Taberânî, Mu'cemu'l-Kebfr'de zayıf bir sened ile)



İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "îçinizdekini açığa vurmanız da gizleseniz de" mealindeki âyeti (Bakara, 284) bir sonra­ki âyet nesh etmiştir. [Buhârî]



Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan
: "Göklerdekiler de, yerdekiler de Allah'in­dir. Îçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı hesaba çekecektir" (Bakara, 284) mealindeki âyet nazil olunca kalpten geçenlerden de sorumlu tutacakların­dan korkan ashâb endişeye kapıldılar ve onun karşısında diz çökerek şöyle dediler: "Ey Al­lah'ın Resulü! Namaz, oruç, cihad ve zekât gibi altından kalkabileceğimiz şeyler bize teklif edildi. Şimdi ise sana şu âyet nazil oldu, biz bunun altından nasıl kalkacağız?"

Şöyle buyurdu: "Sizden Önceki kitab ehli gibi 'Duyduk, isyan ettik' mi demek istiyorsu­nuz? Bilakis şöyle söyleyiniz: 'Duyduk, boyun eğdik. Rabbimizden bağışlanma dileriz. Varış ancak sanadır.'

Halk bunu okuyup (kalplerine sindirerek) dilleriyle yalvarır şekilde söyleyince Allah şunu inzal buyurdu:

"Resul, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de. Her biri Allah'a ve meleklerine... (âyetin sonuna kadar) iman et­tiler." (Bakara, 285)

Onlar böyle yapınca Allah, ondan Önceki âyeti neshetti ve şunu inzal buyurdu: "Allah, kişiye gücünün dışında hiçbir şey teklif etmez.

Kazandığı (iyilikler) kendi lehinedir, kazandı­ğı (günahlar da) kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz, şayet unutursak ya da,hata edersek, bizi sorumlu tutma!" (Peygamber'in bu duasına mukabil) Allah: "Pekâlâ" buyurdu.

"Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yükledi­ğin gibi bize ağır bir yük yükleme!" (Peygamber'in bu duasına karşılık) Allah: "Pekâlâ" buyurdu.

"Ey Rabbimiz, takat getiremeyeceğimiz şe­yi de bize yükleme; bizi affet, bizi bağışla, bi­zi esirge! Sen bizim Mevlamızsın! Kâfirler gü­rubuna karşı bize yardım et!"

(Peygamber'in bu duasına karşılık) Allah: "Pekâlâ" buyurdu. (Müslim)


Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)"Şüphesiz, dilleri ile söylemedikçe veya fiilen yapmadıkça Allah, ümmetimin gönülle­rinden geçirdikleri şeyleri bağışlamıştır."

[Malik hariç, 6 hadis imamı]

Ce site web a été créé gratuitement avec Ma-page.fr. Tu veux aussi ton propre site web ?
S'inscrire gratuitement